Popüler
gezilerden kaçınmaya çalışsak da birgün elbet sıra gelecekti. Romantizmin,
aşkın, bohemin ve sanatın her karışına işlediği söylenen, gitmese de herkesin
zihninde bu kavramlarla yer etmiş Paris’ten bahsediyorum. Bu algı tamamen doğru
mu değil mi yerinde görmeye karar verdik.
04.09.2012 Salı
İstanbul’dan
başlayan yolculuğumuz Paris Charles De Gaulle Havalimanı’nda son buldu. Daha
ayak basar basmaz ilginç mimarisi ile dikkat çeken uydu terminal, 1974 tarihli
bir yapıya göre zamanının çok ilerisinde tasarım özelliklerine sahip. Ana
binayı uydulara bağlayan tüp şeklindeki geçişler adeta ahtapotun kollarını
andırıyor. Kullanışlı olup olmadığı tartışmalı (Fransızlar’la ilgili birçok
konuda olduğu gibi) fakat incelemeye değer.
Bavullarımızı
almak için ana terminale ulaştığımızda bir sürprizle karşılaştık. Bavullarımız
İstanbul’da unutulmuştu ve ertesi gün elimize ulaşacaktı. Kısa bir şaşkınlığın
ardından Info’ya gidip şehir merkezine tren bileti (9,25 €), 5 gün geçerli
metro kartı (merkezden dışa doğru Zone 1-3 arasını kapsayan kart alırsanız her
yere gidebilirsiniz 31,15 €) ve 4 günlük Paris Museum Pass (müzekart istenen
günden başlatılabiliyor, eğer toplamda 3 veya daha fazla müze gezecekseniz
parasını çıkartıyor 54 €) aldık.
Fransa
Fransa
diyince akla elbette ilk olarak Paris geliyor. Büyüklük bakımında takipçisi
Marsilya şehri onun ancak üçte biri kadarken Paris’in bu kadar önemli olması
kaçınılmaz. Fransa’da meşhur bir laf var
”Paris hapşırırsa, Fransa grip olur”.
Paris’in
tarihine bakacak olursak ilk anlamlı yerleşimin kendilerine Parisii adını veren Kelt Galyalılar
(Asteriks’e konu olan klan) tarafından MÖ 3. Yüzyıl’da yapıldığını görüyoruz. MÖ 52 senesine kadar
süren çekişmelerin sonunda Romalılar bölgenin kontrolünü ele geçiriyorlar. MS
3. Yüzyıl’daki Frank ve Cermenler’in göç etmesiyle mevcut yerleşimler terk
edilerek etrafı surlarla çevrili Ile de
la Cite’e (bugün Notre Dame’ın olduğu küçük ada) yerleşiliyor. Bu tarihte
yaygın din Hristiyanlık ve Mitraizm idi.
MS
5. Yüzyıl’a kadar Roma idaresinde kalan Paris, öncekinden daha kuvvetli gelen
Frank ve Cermenler’in eline geçiyor. Fakat Carolingian
hanedanı Charlemagne (768-814)
tahtını günümüzdeki Aachen’e taşıyınca Paris kaderine terk ediliyor ve 4
Yüzyıl’dır Seine Nehri’nden yağma için gelen Vikingler’in 10 ay süren kuşatması
ile sıkıntı doruğa çıkıyor.
10.
Yüzyıl’da kendi kaderini tayin etmek isteyen Paris’li kontlar aralarından
seçtikleri Hugh Capet’i başa geçiriyorlar ve Paris yavaş ama emin adımlarla
ticaret, din, sanat, politika ve kültür açısından merkez haline geliyor.
Fransız Devrimi’ne kadar uzanan bu zaman diliminde gerçekleşen önemli
olaylardan bazıları şu şekilde ;
1066 Batı
Fransa’yı (Normandiya) ellerinde tutan Vikingler’in torunları Normanlar,
İngiltere’yi işgal ederek Fransız ve Anglo-Normanlar arasında 300 yıl sürecek
anlaşmazlıkların tohumunu atıyorlar
1163
Notre
Dame Katedrali’nin yapımı başlıyor
12-13.
Yüzyıl Bataklık
olan Marais bölgesi tarım amacıyla kullanılmak üzere kurutuluyor. Romalılar’dan
sonra ilk defa 4 ana cadde taşla döşeniyor ve şehir surları genişletiliyor.
Sorbonne Üniversitesi kuruluyor
Yüzyıl
Savaşları (1337-1453)
nüfusun üçte birinin ölümüne sebep olan Kara Veba (1348-49)’yı ve Etienne
Marcel’in örgütlediği işçi ayaklanmasını da (1358) içine alan bu savaşlar
sırasında Paris çok zor zamanlar yaşamış ve Fransızlar’ın Agincourt’ta (1415)
yenilmesiyle İngiliz idaresine girmiş. Bu sırada ortaya çıkan 17 yaşında çiftçi
bir kız olan Jean D’arc, Fransız ordusuyla beraber
İngilizler’e karşı bazı başarılar kazansa da Paris’i alamamış ve 1430’da
yakalananınca yakılarak idam edilmiş. Paris’i kurtarmak ancak VII.Charles’a nasip olmuş (1436)
15.
Yüzyıl’ın başları İtalyan
şehir devletlerine yapılan askeri seferler sırasında Rönesans’ın öğrenilmesine
ve laikliğin konuşulmaya başlamasına sahne oluyor. Matbaa ve mimari gelişmeye
başlıyor
Din
Savaşları (1562-1598)
Avrupa’da 1530’larda ortaya çıkan Protestanlık’ın Fransa’daki savunucusu John
Calvin
idi. Protestanlar tarafından talep edilen haklar Katolikler tarafından şiddetle
bastırılmaya çalışıldı. İngilizler’in desteğiyle tahta geçmeyi başaran
Protestan IV. Henri, Katolik Paris
halkı tarafından 5 sene boyunca şehre sokulmamış ve ancak Katolik olarak tahta
geçebilmiştir. Böylece Fransa’da Bourbon
Hanedanlığı hüküm sürmeye başladı.
17.
Yüzyıl ve 18. Yüzyıl’ın ilk yarısı giderek artan merkeziyetçi ve
mutlakiyetçi yönetime, İngiltere, Hollanda ve Avusturya ile yapılan savaşlara
sahne oluyor. Ancak Yedi Yıl Savaşı (1756-63)’nda
kaybedilen Kanada, Batı Hint Adaları ve Hindistan, hükümdarın otoritesini, Voltaire, Rousseau ve Diderot ile
başlayan Aydınlanma ise kilisenin otoritesini sarsmaya başlamıştı.
14
Temmuz 1789’da silahlı isyancıların eski rejimin sembolü Bastille
Hapishanesi’ni basıp bazı tutukluları serbest bırakmasıyla Fransız Devrimi
başlamış oluyor ve ardından meşhur Fransız İnsan
ve Yurttaş Hakları Bildirisi
yayınlanıyor. 1792’de Birinci Cumhuriyet ilan ediliyor ve 1793’de XVI. Louis ve
karısı Marie-Antoinette idam ediliyor.
1799’da
yönetimdeki anlaşmazlıkları fırsat bilen Napoleon
Bonaparte adında Korsika’lı genç bir general Cumhuriyeti kaldırıp Monarşik
bir idare kuruyor ve daha sonra kendini imparator ilan ediyordu. İlk 16 yılda
neredeyse bütün Avrupa’yı istila eden Napoleon’a karşı birleşen ülkeler Paris’i
ele geçiriyor ve Viyana Kongresi ile XVIII. Louis’i tekrar tahta geçiriyorlar.
Sürgünden kaçan ve Fransa’ya dönen Napoleon tekrar Paris’i alıyor, ancak aynı
sene (1815) Waterloo’da İngiltere ve Prusya ordusuna yenilince bu defa Güney
Amerika’ya, daha sonra öleceği bir adaya sürülüyor. Askeri faaliyetlerinin
dışında Napoleon’un mimari ve hukuk alanlarında etkileri günümüzde hala
görülmekte.
1852-70
arası Napoleon’un aynı isimli kuzeninin yönetimine, büyük bir ekonomik büyümeye
ve Haussmann’nın
Parisi’nin
ortaya çıkmasına tanık olmuş. Baron Haussmann,
eski Paris’in dar sokaklarını yerle bir ederek (ayaklanmaların daha kolay
bastırılmasını da amaçlayarak) günümüz
Paris’indeki geniş bulvarları, parkları ve su sistemlerini gerçekleştirmiş.
Meşhur
Eiffel Kulesi 1889’daki Dünya
Fuarı’na yetiştiriliyor. Ancak halk ve basın tarafından “metal kuşkonmaz” olarak
adlandırılarak eleştiriliyor.
1905’de
Alfred Dreyfus adında bir yüzbaşının Alman casusluğuyla yargılanması ve
entellektüellerin ve halkın ona verdiği destek neticesinde gelişen olaylar, Fransız
Devleti ve Katolik Kilisesi’nin resmen birbirinden ayrılmasını sağlanmış.
Ardından Dünya Savaşları, Vietnam ve Cezayir’deki sömürge savaşları ve günümüz
Fransa’sı. Aslında daha çok detay var ama genel kültür için bu kadarı yeterli
sanırım. Bunca tarihi olaydan öğrendiğim en önemli şey ise hak arama,ayaklanma
ve protesto kültürünün Fransa’da bu kadar gelişmiş olmasının bir tesadüf
olmadığı.
Paris
Paris
şehri merkezden dışa doğru numaraları saat yönünde sarmal şeklinde artan 20
bölgeye ayrılmıştır. Bu bölgelerin detaylarını burada bulabilirsiniz.
Fakat anlatımda bazen birkaç bölgeyi birden içine alan semt kavramı daha
faydalı olacaktır. Semt isimlerinin
yanındaki parantezlerde hangi bölgeleri kapsadığını, kullanacağınız şehir
haritasında göreceğiniz şekilde numara ve e harfi ile göreceksiniz.
Louvre
– Les Halles
(1e,2e)
Seine
Nehri’nin kuzeyinde yer alan bu semt Right
Bank (sağ yaka) olarak da adlandırılıyor. Louvre ve Tuileries Bahçeleri’nde
tarih ve doğa iç içe yer alırken, Rue de Rivoli ve Forum des Halles’de
alışveriş, Pompidou civarında ise insan kalabalığıyla karşılaşabilirsiniz.
13.
Yüzyıl’da kale olarak inşa edilen Louvre, 16. Yüzyıl’da kraliyet konutu,
Fransız Devrimi’nden sonra da ulusal müze olarak kullanılmaya başladı. İçinde
Avrupa, Yunan, Mezopotamya, Afrika ve İslam başta olmak üzere tüm dünyadan
sanat eserleri barındırıyor. Şu anda Louvre’da tam tamına 35000 eser bulunuyor.
Bu yüzden Louvre’un tamamını bir defa da gezmek gibi bir fikre sakın
kapılmayın.
Louvre’un
3 ayrı kanadı var ; Richelieu, Denon ve
Sully. Her birinin farklı katlarında farklı sanat eserleri yer alıyor.
Kesintisiz bir gezi rotası izlemek mümkün değil. Sebebi ise kanatların sonuna
geldiğinizde bütün yolu geri dönmek zorunda kalmanız ve zaman zaman kapatılan
bazı bölümler yüzünden rotayı sürdürememeniz. Bu da hem vakit kaybına hem de
boşa yorulmanıza sebep oluyor. Kısaca Louvre’u gezmek kolay değil.
3
saatlik tempolu bir gezide bizim görebildiklerimiz (sabit sergilerin yaklaşık
üçte biri) İtalyan ve İspanyol resim sanatı (Mona Lisa), Kuzey Avrupa, İtalyan ve Roma heykelleri, Yunan
eserleri (Afrodit heykeli), Mısır,
Antik İran ve Mezopotamya (Hammurabi
Tableti) ve Afrika, Okyanusya, Amerika yerli halklarının eserleri oldu.
Girişteki
cam piramit ve yukarıdaki avluda da vakit geçirmeye çalışın. Sıra beklememek için MuseumPass alabilirsiniz.
Girişin ücretsiz olduğu her ayın ilk Pazar gününden kaçının. Vestiyer hizmeti
olmadığı için hafif kıyafetlerle gitmekte fayda var.
Jardin
Des Tuileries
Louvre’un
batısında yer alan bu bahçeler batı ucunda Concorde
Meydanı ve Champs-Elysees, diğer
ucunda da Napoleon’un 1805 tarihli zaferi anısına diktirdiği Arc de Triomphe du Carrousel arasında
uzanıyor. Bahçelerin içine serpiştirilmiş heykeller, koşan Fransızlar ve
Louvre’dan Champs-Elysees’e doğru yürüyen turistler karşılaşacağınız en tipik
sahneler.
Diğer
adıyla George Pompidou Ulusal Sanat ve Kültür Merkezi, sergilenen modern sanat
eserleriyle olduğu kadar değişik mimarisiyle de dikkat çekiyor. Önündeki dev
meydanda ve civardaki sokaklarda işportacılar, müzisyenler, sokak sanatçıları
ve muhabbet eden gençler toplanıyor. Hemen yandaki küçük meydanda ise mekanik renkli
heykellerden oluşan fıskiyelerin olduğu havuza ve etrafındaki kafelere göz atın.
4.
ve 5. Katlarda yer alan daimi sergilerde 1905’den günümüze kadar gelen
sürrealist, kübist, popart ve çağdaş sanat eserlerini görebilirsiniz. 6. Katta
geçici sergiler ve oldukça panaromik manzaralı bir restoran bulunuyor. Bu 3
katı gezmek yaklaşık 3 saat sürdü. Çıkmadan kitapçısına da bakın.
Forum
Des Halles
12.
Yüzyıl’dan kaldırıldığı 1969 yılına kadar Paris’in ana pazarının olduğu bu
alanda şu anda bir yeraltı alışveriş merkezi ve üstünde de bir park var. Park
güzel havalarda değişik gösterilere sahne oluyormuş, ancak biz bulunduğumuz
sırada düzenleme ve inşaat çalışmaları nedeniyle kapalıydı.
Marais
- Bastille
(3e,4e,11e)
Bir
zamanlar Fransızca’daki anlamı gibi “bataklık” olan Marais önce 13. Yüzyıl’da
tarım amacıyla kurutuluyor, 17. Yüzyıl’da ise aristokratların lüks malikaneler
yaptırdığı bir semte dönüşüyor. 18. Yüzyıl’da ise aristokrasinin şehir
merkezini terk etmesiyle sıradan Parisliler’in eline geçiyor. Şu anda ise durum
daha karmaşık ; eski bir Yahudi topluluğu ve onlara ait dükkanlar, gay ve
lezbiyen barları ve tasarım dükkanları ve restoranlar. Mutlaka görülmesi
gereken bir semt.
Fransız
Devrimi’nin sembol yapısı hapishanenin bulunduğu Bastille ise 11 numaralı
bölgeye doğru uzanıyor ve eskiden göçmenlerin oturduğu tekin olmayan semt,
artık sanatçıların loftlarına ev sahipliği yapmaya başlamış. Fakat yine de
eskinin kalıntılarını görmek mümkün.
Hotel
de Ville
Paris’in
eski şehir sarayı ihtişamı ve cephesinde yer alan 108 meşhur Parisli’nin
heykeliyle görülmeye değer bir yapı. İçinde yer alan salonda, özellikle Paris
temalı son derece popüler geçici sergiler açılıyor.
Forum
Des Halles
12.
Yüzyıl’dan kaldırıldığı 1969 yılına kadar Paris’in ana pazarının olduğu bu alanda
şu anda bir yeraltı alışveriş merkezi ve üstünde de bir park var. Park güzel
havalarda değişik gösterilere sahne oluyormuş, ancak biz bulunduğumuz sırada
düzenleme ve inşaat çalışmaları nedeniyle kapalıydı.
Aubert
de Fontenay adında bir toprak zengini için inşa edilen Hotel Sale binasında
bulunan müzede, Picasso'nun Fransız Hükümeti'ne bağışladığı çoğunluğu kendi
eserleri olan 3500'ü aşkın gravür, resim, heykel ve seramik işleri mevcut.
Adalar (4e)
Adalar (4e)
Paris'in
en karakteristik yerlerinden biri de adalar, özellikle büyük olan Ile de la
Cite. Bu ada Paris'te ilk yerleşimin kurulduğu yer ve Ortaçağ'a kadarda önemini
korumuş. Haussmann'ın yaptığı dönüşüm fiyatların yükselmesine ve fakir olan asıl
yerleşimcilerin terk etmesine neden olmuş.
Küçük
olan Ile-St Louis ise aslında iki küçük adacıkken, ortaya çıkacak fazladan
arazileri pazarlamak üzere XIII. Louis ile anlaşan bir müteahit tarafından
dolgu ile birleştirilerek bugünki halini almış.
Notre
Dame de Paris Katedrali
Burası
gerçek anlamda Paris'in merkezi sayılır. Fransa'nın değişik kentlerine olan
mesafe resmi olarak katedralin önündeki meydanda bulunan bronz plaka sıfır
noktası kabul edilerek ölçülüyor. Meydandaki heykel ise Frank İmparatoru
Charlemagne'a ait.
Katedralin
yerinde ilk olarak muhtemelen tanrı Mithra’ya adanmış
bir Gal-Roma tapınağı bulunuyordu. 1163 senesinde başlayan ve büyük ölçüde 14.
Yüzyıl’ın başında tamamlanan mevcut katedral Fransız gotik mimarisinin bir
başyapıtı ve Paris’in sembollerinden biri.
Marche
aux Fleurs
Pazar
hariç hergün açık olan çiçek pazarı, 1808’den beri aynı meydanda kuruluyor.
Pont
Neuf
Büyük
adanın batı ucunu her iki yaka ile birleştiren “Yeni Köprü”, Paris’in en eski
köprüsü. Köprünün 7 kemerinin üzerindeki esprili ve groteks berber, dişçi,
yankesici gibi heykeller ilginizi çekebilir.
The
Pont de l'Archevêché
Büyük
adayı Notre Dame hizasında güneye bağlayan bu köprünün özelliği aşklarının daim
olmasını dileyen sevgililerin bu köprüye üzerinde isimlerinin yazılı olduğu bir
kilit takmaları. Köprü kilit istilasına uğramış durumda.
Latin Quarters ve Jardin Des Plantes (5e)
Günümüzde
o kadar hissedilmese de, Ortaçağ’dan itibaren Paris’in iyi eğitimli ve akademik
çevresinin yaşadığı bu semtin adı, Latince konuşan bu kesimden geliyor.
Eğitimin başlıca merkezlerinden Sorbonne Üniversitesi burada. Bundan başka
bulabileceklerimiz barlar, kafeler ve güzel havalarda dolu meydanlar ve
parklar.
Pantheon
Aslında
dini amaçlarla yapımına başlanan Pantheon, tamamlanamadan gerçekleşen Fransız
Devrimi neticesinde yapımı sona erdiğinde laik bir mozele haline gelmiş. 18.
Yüzyıl neoklasik mimarinin en güzel örneklerinden olan yapı, iki defa kiliseye
çevrilse de, 1885’ten bu yana devrimin bir sembolü ve 80’den fazla ünlü
Fransız’a mezar olarak hizmet veriyor.
Viktor
Hugo, Voltaire, Jean Jacques Rousseau, Emile Zola ve Marie Curie bunlardan
bazıları. Gerçekten etkileyici bir yapı. Dar sokaklardan yaklaşırken ortaya
çıkan kubbesi sizi heyecanlandırmaya yetiyor. Ortada yer alan Foucault
Sarkacı
ise adeta laik düşüncenin bilime saygı duruşu niteliğinde.
Pantheon’un
dışındaki bu heykele yapılan ise Parisliler’in mizah anlayışı hakkında bir
fikir verebilir sanırım. Bence gayet yaratıcı.
Jardin
Des Plantes
XIII.
Louis’ye ilaç temin etmek için botanik bahçesi olarak kurulan bu park günümüze
kadar daha da genişleyerek çeşitli bölümler kazanmış : Gül bahçesi, kış
bahçesi, dağ bitkilerinin bulunduğu Alp Bahçesi, evrim galerisi bunlardan
bazıları.
St
Germain, Odeon, Luxembourg (6e)
Les Deux
Magots
ve Cafe Des Flore gibi meşhur kafelerinde bir zamanlar düşünürlerin,
entellektüllerin ve sanatçıların takıldığı semt, şimdilerde bohem tarzını
kaybetmeye başlamış. St Germain Bulvarı
da kafelerin yanı sıra alışveriş çılgınlığı ve dükkanlarla dolu. Bulvara
paralel rue St Andre des Arts çok
hareketli. Bunlara dik olan St Michel
Bulvarı’nın doğusu daha turistik ve
karaktersiz. Geçmişin izlerini antikacılar ve vintage butiklerde
sürebilirsiniz. Semtin bulunduğu bölgenin diğer bir adıda Left Bank (sol yaka).
Eglise
St Germain Des Pres
11.
Yüzyıl’da inşa edilen Paris’in en eski kilisesi, Notre Dame yapılana kadar
şehrin esas kilisesiymiş.
Jardin
Des Luxembourg
Parisliler’in
başlıca uğrak yeri diyebileceğimiz bu park, güzel havalarda ana baba günü gibi
oluyor. Koşu, güneşlenme,piknik, müze ya da sergi gezme, botanik kursları,
çocuk parkı ve konserler parkın başlıca cazibeleri arasında.
Güneyindeki
orkide bahçelerinden öz toplayan arıların balları, Eylül sonundaki Bal
Festivali’nde satın alınabilir. Yine bu kısımda botanik meraklısı Parisliler
kurslara katılıyor.
Kuzeydeki
ihtişamlı yapı Palais du Luxembourg,
IV. Henri’nin 1620’de Marie De Medici için yaptırdığı saray. 1958’den beri
Senato olarak hizmet veriyor ve ayda bir Cumartesi rehberli turla
gezilebiliyor.
Sarayın
hemen önündeki 57 m’lik turunç bahçesi ise portakal, limon, greyfurt gibi
ağaçlarla bezeli. Devam edince karşınıza çıkan sekizgen havuzda model
yelkenlilerini yüzdüren çocuklara imrenmemek elde değil. Çocul olma şartı
aranmasa da yetişkinlere tekne bırakmayacak kadar mutlulardı. Kiralayıp
çocukluğunuza dönebilirsiniz.
Hazır
çocuklardan bahsetmişken eğer çocuğunuzla geldiyseniz, parkın batısındaki çocuk
eğlence parkını ve midilli turlarını kaçırmayın. Parkın güney ucuna indiğinizde
karşınıza çıkan uzun çayırlıklar da, güneşlenen, piknik yapan ve sarmaş dolaş
olan gençlerin tercihi.
Haftasonları
daha canlı. Tavsiyem parka gelirken erzak alıp, piknik keyfi yapmak. Güneşli
bir havada en az yarım gün harcanabilir.
Montparnasse (14e)
I.
Dünya Savaşı’ndan sonra sanatçıların ve sürgünlerin takıldığı semt. Chagall,
Miro, Kandinsky, Hemingway, Lenin ve Trotsky gibileri meydandaki kafelerde
sohbet ediyorlarmış. 1930’lardan sonra bu kesim Seine’nin batı yakasına
göçünce, mevcut havasını kaybetmiş. Bugünlerde daha ruhsuz ve daha az ilgi
görüyor.
Tour
Montparnasse
Paris’te
çok vaktiniz varsa ve Eyfel’den sonra başka bir yüksek noktadan daha şehri
izlemek istiyorsanız, 210 m yüksekliğindeki bu kulenin terasındaki kafede
takılabilirsiniz.
Faubourg
St Germain, Invalides
(7e)
18.Yüzyıl’da
Paris’in en gözde semti olan Faubourg St Germain, zenginlerin malikaneleri ile
doluymuş. Günümüzde bu binaların çoğu sanat galerileri, konsolosluklar, kültür
merkezleri ve hükümet binaları olarak kullanılıyor. Bunlardan biri de Fransa
Başbakanı’nın resmi konutu.
Invalides
ise Seine’e daha yakın, müze ve galerilerin arasından ansızın Eyfel manzarası
ile karşılaşabileceğiniz sokaklara sahip. Musee D’orsay da bu sınırlar
içerisinde.
Hotel
Des Invalides
1670
yılında XIV. Louis tarafından 4000 engelli savaş gazisi (invalides) için ikamet
yeri olarak yaptırılmış. Devrimden sonra boşaltılarak değişik amaçlarla
kullanılmış. Günümüzde Fransız askeri tarihinin sergilendiği Musee de l’Armee (Askeri Müze), daha
önce askerlerin kullanımı için yapılan ve şu anda Napoleon’un mezarının olduğu Eglise
du Dome kilisesi ve Fransa’daki bütün şehir, kale ve şatoların modellerinin
görülebileceği Musee des Plans-Reliefs içinde
bulunanlar.
Seine’nin
yanıbaşındaki eski bir tren garı olan bu müzede Fransa ulusal koleksiyonundan
1840-1914 arasında yapılan resim, heykel ve diğer sanat eserleri sergileniyor.
En üst katta Monet, Renoir, Pissarro, Degas gibi empresyonistlerin ve Van Gogh,
Cezanne ve Matisse gibi postempresyonistlerin eserleri mevcut. Orta katlarda
Art Nouveau bölümleri ve girişte de erken dönem resimleri ve geçici sergiler
gezilebilir.
Tren
garından kalma dev saat ve ortadaki büyük galeri etkileyici bir ortam
oluşturuyor. Üst katlardaki bağlantılardan aşağıyı seyretmek keyifli. İçeride
yemek yiyebileceğiniz bir restoran da var. Fiyatlar yüksek.
Toplam
gezi süresi yaklaşık 3 saat. Fotoğraf çekmek yasak, eşyalarınızı vestiyere
bırakabilirsiniz.
Bahçesindeki
ağaçlar ve heykellerle Paris’teki en keyifli mekanlardan biri olan müze binası,
18. Yüzyıl’dan kalma Hotel Biron. Binanın 2 katında heykeltraşın eserleri ve
bazılarının döküm kalıpları sergileniyor.
Eiffel,
Passy
(7e,16e)
Eiffel
ve çevresi Seine’in güneyinde Paris’in oldukça açık ve ferah alanlarından
birisi. Kuzeyde ise şehrin en prestijli semtlerinden birisi olan Passy var.
Burada pahalı apartmanlar, pahalı markaların butikleri ve birkaç müze var.
Eiffel
Kulesi
1889’da
Dünya Fuarı için inşa edildiğinde Parisliler’in Metal Kuşkonmaz adını
taktıkları ve pek de beğenmedikleri Eiffel Kulesi, günümüzde Paris’in simgesi
durumunda. 1909’da yıkılacakken tepesindeki radyo anteninin sağladığı fayda ile
hayatını sürdürmüş. Anten dahil yüksekliği 324 m.
Eiffel’i
gezmek istiyorsanız her daim oluşan uzun bilet kuyruklarına hazır olun. Ancak
planlı bir gezi yapıyorsanız ve çıkış saatiniz belli ise http://www.tour-eiffel.fr adresinden
önceden bilet alarak (en az 10 gün önce alınmalı) sıraya girmeden asansöre
binebilirsiniz. Asansöre binmeden çıkmayı aklınızdan bile geçirmeyin. Sırada
beklemeyle beraber 1. Kata çıkmamız 1 saat sürdü. En üst kt bileti 14 €.
Tepeden
manzara mükemmel ve Paris’in şehirciliğini çok net anlayabiliyorsunuz.
Günbatımında çıkarsanız eşsiz bir manzara yaşayabilirsiniz. Gece ise saat başı
ışık şovu yapılıyor. Toplam 3 saat geçirdik ve aşağı indikten sonra da
yanıbaşındaki Parc du Champs de Mars
parkında piknik yaptık.
Etoile,
Champs-Elysees
(8e)
Herhangi
bir sportif başarı ya da yılbaşı ibi bayramlarda kutlamaya koşan kalabalıkların
ilk adresi Champs-Elysees’dir. Bir uçta Arc de Triomphe (Zafer Takı), diper
uçta Concorde Meydanı olan semt, geniş bulvarlar, mağazalar, oteller ve
restoranlar barındırıyor.
Arc
de Triomphe
12
tane bulvarın buluştuğu dünyanın en büyük trafik göbeğinin ortasındaki Zafer
Takı, 1806’da Napolyon tarafından aldığı galibiyeti taçlandırmak için yapımına
başlanmış ve 1836’da başkaları tarafından tamamlanmış simge bir yapı. Daha önce
Almanlar’ın ve Müttefik Kuvvetler’in zafer geçitlerine sahne olan anıtın
tepesindeki terasa çıkarsanız 50 m yüksekten tüm bulvarları, özellikle de
Champs-Elysees’yi görebilirsiniz.
Champs-Elysees
Bulvarı
Arc
de Triomphe ile Concorde Meydanı’nı birbirine bağlayan bu bulvar, Paris’in en
işlek uğrak yerlerinden biri. Üzerinde bolca mağaza, kafe, restoran ve otel
barındırıyor. Hemen kuzeyindeki rue du Faubourg St-Honore sokağında ise çok
sayıda antikacı, mücevherci, modaevi ve Fransa Başkanı’nın ikametgahı
bulunuyor.
Concorde
Meydanı ve Obelisk
Meydanın
ortasında yer alan dikilitaş, Mısır Valisi Ali Paşa tarafından 1831’de
Fransa’ya hediye edilmiş. 230 tonluk ve 23 m’lik pembe granit taş, Luxor’daki
Ramses Tapınağı’ndan getirilmiş.
Meydan
aralarında birçok ünlü ismin bulunduğu (XVI. Louis, Marie Antoinette, Danton
gibi) kişilerin giyotinle kafalarının kesildiği bir yer olduğu için ileride
huzur ve güven ortamı olması temennisi ile Concorde (anlaşma, uzlaşı) olarak
adlandırılmış.
Montmartre,
Pigalle
(18e,9e)
Geç
19. Yüzyıl ve erken 20. Yüzyıl’da entellektüel hayatın aktörlerinin yaşadığı
Montmartre, I.Dünya Savaşı’ndan sonra bu kesim terk etse de hareketliliğini
korumuş ve günümüzde de canlı bir semt. Kafeler, az katlı evler ve eski
ahalisiyle şirin bir semt. Semtin en belirgin yapısı ise Basilique
du Sacré Cœur.
Kilisenin
önündeki merdivenler günün her saati kalabalık. Sebebiyse panaromik şehir
manzarası. Akşamları içki satan işportacılar ve gençlerle doluyor. Kilisenin
hemen solunda eski köy meydanı sanatçılar ve işportacılarla dolu. Meydandaki
dondurmacıyı deneyin.
Rue Lepic ve civardaki
sokakları keşfedin. Buradan devam ederseniz eski yel değirmenlerini
görebilirsiniz. Dinlenmek isterseniz Kilisenin arkasındaki park çok güzel. Montmartre
çıkmak için bir teleferik var. Ancak yürümek de çok zorlamıyor.
Pigalle
ise daha ziyade seks bölgesi olarak biliniyor. Tam bir red light olmasa da
striptiz klüpleri, erotik dükkanlar ve gece klüpleri buralarda.
Basilique
du Sacré Cœur
1870-71
yıllarında Prusya ile girilen savaşta şehit olan Fransız askerleri için inşa
edilen kilisede papazlar yapımından beri 24 saat esasıyla nöbetleşe dua
ediyorlar. Merdivenlerle kubbesine çıkarsanız şehri tepeden görebilirsiniz.
Kilise
de sessizlik ve kıyafete önem veriliyor. İçeride çok ilgi çekici birşey yok.
Dışardan bakıldığında ise değişik mimari dikkat çekiyor.
Paris
dışında
Versailles
Sarayı
Şehir
merkezine 21 km mesafedeki bu saray 1682-1789 yılları arasında krallığın
yönetim merkezi olmuş ve her açıdan ihtişamlı bir yapıdır. Muhtemelen gezmeniz
bütün bir gününüzü alacağından sabah erkenden gelinmeli. Günün her saati,
haftanın her günü (Pazar ve Salı daha çok) ve saray içerisindeki her bölümde
sıraya girmeye hazırlıklı olun. En iyisi internetten bilet alarak gitmek.
Ulaşım
için tren veya otobüsü tercih edebilirsiniz. Pont de Sevres’den (15e) d’Armes’e
giden 171 numaralı otobüs ya da RER veya SNCF trenlerini kullanın.
Disneyland
Herhalde
Disneyland’ı anlatmama gerek yok. Paris’in 32 km doğusunda kalan eğlence
merkezine 35-40 dakikalık tren yolculuğu ile varabilirsiniz. RER trenleri
gidiyor.
Etkinlikler
PİKNİK
- AÇIKHAVADA TAKILMACA
Paris
o kadar güzel ve bakımlı parklara sahip ki, güzel bir havaya denk gelip de
piknik yapmamak büyük kayıp olur. Piknik Parisliler için de vazgeçilmez bir
etkinlik olduğu için çok güzel yiyecekler hazırlatabileceğiniz büfe ya da
şarküteriler var. Piknik gibi organize olmasa da güzel bir nokta bulup
içkilerini kapan gençlerin sohbetlerine de imrenebilirsiniz. Piknik ve
açıkhavada takılabiliceğiniz yer önerileri şu şekilde ;
JARDIN DU LUXEMBOURG
JARDIN DES PLANTES
PARC DU CHAMP DE MARS : Diğer
parklarda hava karardıktan sonra kalmanın bir anlamı yokken, burada tam tersi
gece daha keyifli. Sebebiyse yanıbaşınızda duran Eiffel ve saat başı yapılan ışık gösterisi. Parklara kıyasla daha
genç, gürültücü ve içkili bir kitle olduğunu belirtmeliyim. Hazırlıksız
yakalanırsanız yakındaki Avenue de la Bourdonnais üzerinde şarküteriler mevcut.
Seine Nehri kenarı : Nehir
kenarı daha ziyade içki ö. Büyük adanın kuzeybatı ucundaki parktan (Square du
Vert Galant) kendinizi nehrin üzerindeymiş gibi hissedebilirsiniz. Seine'nin
kuzey kıyıları da güzel (Hotel de Ville hizaları). Güney kıyılarında ise Jardin
de Plantes hizasında açıkhavada sergilenen heykeller eşliğinde
takılabilirsiniz.
Montmartre Merdivenleri : Basilique du Sacré Cœur'ün önündeki
merdivenler güneş battıktan sonra adeta şölen yerine dönüyor. Bunu sağlayan ise
merdivenlerde muhabbet eden, müzik yapan ve dans eden onlarca genç. İçki bulma
derdi yok, zira etraf satış yapan Hintliler'le dolu.
Piknik
için gereken nevaleleri almak için tavsiyeler ;
Eric
Kayser (33
Rue Danielle Casanova, 1e)
Bu
pastanede hem son derece güzel hazır pasta ve tatlılar, değişik sandviç ve
salatalar mevcut. Piknik nevalesi için birebir. Birbirine çok yakın iki
dükkanda hizmet veriyor.
Naturalia
(10
Rue Dauphine, 6e)
Organik
bir piknik yapmak isteyenler için, ekmekler, şaraplar, peynirler, jambonlar,
meyve ve tatlılar bulunabilir.
Rue
de Buci Pazarı (Rue
de Buci, 6e)
Yöresel
ürünler, şarap ve hamur işleri hergün kurulan bu pazarda bulunabilir.
KABARELER
Crazy Horse, Le Lido de Paris ve Moulin Rouge Paris’in meşhur
kabareleri. Günümüzde Parisliler’den ziyade turistlerin ilgi gösterdiği bu
şovlar için bilet fiyatları kabaca 70-130€ (yemekli 150€ ve üstü) arasında.
BİT
PAZARLARI
Marche
Aux Puces De La Porte De Vanves (av Georges Lafenestre & av Marc
Sangnier, 14e)
Pazar
günleri Paris'te yapılabilecek en iyi etkinliklerden biri bu bit pazarını
gezmek. Fakat öğleden sonraya kalırsanız birçok satıcı tezgahlarını topluyor olacaktır.
Burada kelimenin tam anlamıyla herşeyi bulmanız mümkün. Örnekler 80'lerden
kalma işler haldeki mutfak robotundan, çakmalı matbaa harflerine ve birçok
antika eşyaya uzanabilir. Bir uçtan diğerine temponuza göre 1-2 saat sürebilir.
Fiyatların ucuz olduğunu söylemeyeceğim. Yine de çok özel birşey satın alma
ihtimalini göz önünde bulundurup gezmek lazım.
Marche
Aux Puces D’aligre (place
d’Aligre & rue d’Aligre, 12e)
Parisliler’den
kalma onlarca yıl önce kullanılmış kıyafet ve aksesuarları bulabileceğiniz bu
pazar, Salı’dan Pazar’a öğlene kadar
ziyaret edilebilir.
Marche
Aux Puces Montreuil (av
du Professeur Andre Lemiere, 20e)
19.
Yüzyıl’da kurulmaya başlayan bu pazar kalite ikinci el kıyafet, takı, mobilya
ve ev aletleri ile tanınıyor. Cumartesi’den Pazartesi’ye sabahtan akşama kadar.
Avrupa’nın
en büyüğü olduğu söylenen bu devasa bit pazarında, 10 ayrı bölümde toplam 2500
tezgah mevcut. Elbette aklınıza ne gelirse var. Cumartesi’den Pazartesi’ye
açık.
SEINE
NEHRİ'NDE TEKNE TURU
Seine
Nehri boyunca yapılacak bu tur için değişik şirketlerin botları var. Biz Batobus ile yaptık. 8
ayrı yerdeki iskelelerden binebiliyor ve günlük bir biletle istediğiniz kadar
inip binebiliyorsunuz. Başladığınız yere dönecek şekilde tam bir tur 1 saat 40
dakika sürüyor. Bilet 15€.
Hava
karardıktan sonra nehirde gezinen restoran gemiler güzel bir alternatif
olabilir. Fiyatlarla ilgili bilgim yok.
Yeme – İçme
Bu
yazıda Fransa’nın yemek ve kafe kültürünü ayak üstü özetleyecek halim yok.
Takdir edersiniz ki Fransız mutfağı dünya mutfağına yön vermiştir, Paris restoran
ve kafeleri ise şehrin markalaşmasında büyük pay sahibidir. Ancak gezinin
sonunda restoranlar için olmasa da bu kafe kültürünün biraz mazide kaldığını,
kendimizi Midnight In Paris filmindeki Owen Wilson gibi nostalji arayışı içinde
bulunca anladık. Çünkü bu kafeler yaşlı müdavimleri, entellektüel sohbetleri,
sürgünle gelenlerin ve sanatçıların buluşma noktaları iken bu kültür oluşmuştu.
Günümüzdeyse ticarileşmiş ve turistikleşmiş bir Paris var. Beklentileri bir
kenara bırakıp sadece yiyip içtiklerinizin tadına varmaya bakın derim.
Leon
de Bruxelles
Leon'da
başlıca yemek midye. Koca bir tencere ile önünüze koyulan midyeyi, yanında
patates kızartması, soslar ve birayla mideye indirebilir ve Paris'e göre son
derece uygun bir hesapla kalkabilirsiniz. Paris'teki 9 ayrı şubeden birine
mutlaka uğrayın. Mönüde deniz mahsüllerinden makarnaya kadar değişik seçenekler
bulabilirsiniz.
Joe
Allan (30
rue Pierre Lescot, 1e)
Birçoklarına
göre şehirdeki en iyi hamburgerleri yiyebileceğiniz yer burası. Haftasonları
brunch servisi var.
Gerard
Mulot (76
rue de seine, 6e)
Çikolatacı
ve pastane. Özel mamulleri elmalı kek ve meyve tartları.
Berthillon
(31
rue St-Louis en l'Île, 4e)
70'den
fazla çeşide sahip bu dondurmacı Notre Dame civarlarında. Ballı, kestaneli gibi
değişik çeşitler var.
Angelina
(226
rue de Rivoli, 1er)
Tuileries
Bahçeleri civarındaki bu çay evi-pastanede Paris'in en iyi sıcak çikolatasını
içebilirsiniz. Yüksek tavanlı, aynalı ve tarz mobilyaları ile dekorasyonu da
görülmeli.
Cafe
De Flore (172
blvd St-Germain, 6e)
Geçmişte
sanatçıların ve entellektüellerin takıldığı kafe günümüzde hala rağbet görüyor.
Güzel havalarda açıktaki masalarda yer bulmak için şanslı olmak lazım.
Les
Deux Magots (170
blvd St-Germain, 6e)
İsmini
girişteki 2 sıradışı Çin figüründen alan kafe en az üstteki kadar meşhur.
Relais
de l'Entrecôte Saint Germain (20 Rue Saint-Benoît, 6e)
Biftek
ve patatesi ile meşhur bir restoran. Kapıda kuyruk oluyor fakat çok beklemeden
oturduk. Bifteği iyi pişmiş isteyin, zira orta derecesi bile gayet kanlı. 2
kişi içeceklerle beraber yaklaşık 60€ tutuyor.
Pizzeria
Positano (15
Rue des Canettes, 6e)
Paris’teki
en iyi pizzacı olma iddiasında olan mekan, bizi tam olarak ikna edemedi ama
yine de güzel olduğunu söyleyebilirim.
Rose
Bakery (46
Rue des Martyrs, 9e)
Paris’de
İngilizce isimli bir mekanda güzel yemekler yenmesi beklenmeyebilir ama burası
bir istisna. Salaş mekan sizi korkutmasın. Dekorasyonun sadeliği yemeklerine
güvenden kaynaklanıyor.
Girişte
bizim esnaf lokantaları gibi sergilenen meze, tatlı ve aperatiflerden
beğeniyorsunuz. Paket alma imkanı da var. Zaten hatırı sayılır bir müşteri
kitlesi paket yaptırıp götürüyordu.
Midyeli
Risotto, tart, salata ve içeceklerle 35€ ödedik. Memnun kaldık. Unutmadan, haftasonları
kahvaltısı da meşhur.
Pomodoro
(20
Rue de la Vieuville, 18e)
Montmartre’nin
aşağı bölgesindeki bu pizzacı civarda bulunabilecek lezzetli ve nispeten
hesaplı bir mekan. Aynı sokakta alternatifler de bulabilirsiniz.
Alışveriş
Genelde
fiyatlar yüksek olsa da Paris’te eşine az rastlanır derecede tasarım ürünler,
pahalı butikler, belli ürünlerde uzmanlaşmış dükkanlar bulabilirsiniz. Hal
böyle olunca satın almayıp bakması bile ayrı bir keyif oluyor. Çok moral
bozmaya da gerek yok, her keseye göre birşeyler bulunabilir.
Özet
geçmek gerekirse en büyük mağazalar Haussmann
Bulvarı üzerinde. Tasarım objeler ve butikler Marais civarında. St Germain
Bulvarı’nda ise herşey var
diyebilirim.
Galeries
Lafayette (40
blvd Haussmann, 9e)
Sanırım
Paris'teki en büyük alışveriş merkezi olsa gerek. Department Store denen
bizdeki Boyner'in devasa hali bir nevi. Gurme kısmında kaybolabilirsiniz. Diğer
kısımlara girerseniz hiç çıkamazsınız.
Le
Printemps (64
blvd Haussmann, 9e)
Lafayette’le
yarışacak büyüklükte bir department store.
Paris'te
uğranmazsa olmazsa olmaz bir mağaza. Japon esintileri taşıyan dekorasyon
eşliğinde, tasarım kıyafet ve her nevi ürün bulunuyor. Moda markalarda büyük
indirimler olabiliyor. Hiç birşey almasanız da gezinin.
Kiliwatch
(64
rue Tiquetonne, 2e)
Tarz
saatler, ayakkabılar, vintage kıyafetler ve havalı tiplerin olduğu bir dükkan.
1820'den
beri hizmet veren bu mutfak eşyaları mağazasında çok değişik ürünler
bulabilirsiniz. Tarih kokan dükkanda insanın bakırdan yapılan birşey alası
geliyor. Alttaki mahzen gibi bölüme inmeden çıkmayın.
L'artisan
Parfumeur (32
rue du Bourg Tibourg, 4e)
Yıllardır
özel kokular ve mumlar satılan bir dükkan. Pahalı ancak eşsiz ürünleri
Lafayette ve Printemps gibi mağazalarda da satılıyor.
1854'den
beri açık olan Paris'in en eski ve birçoklarına göre en iyi çaycısı. 500'den
fazla çeşitten elbet ilginizi çekenler olabilir. Diğer şubeleri 13 rue des
Grands Augustins,6e ve 260 rue Faubourg Saint Honoré, 8e adreslerinde. Ayrıca
Printemps gibi büyük mağazalarda da bulabilirsiniz.
Dükkanda
fotoğraf çekmek yasak. Çeşitlerden Karikal
ve French Blue aldık. 100g yaklaşık
8€. İkisini de beğendik.
La
Boutique Des Inventions (13
rue St-Paul, 4e)
Çeşitli
icatların sergilendiği ve satıldığı dükkan, içinizdeki mucite hitap ediyor.
Eğer
evinize ya da kendinize değişik birşey arıyorsanız, bu dükkanda kesin
bulursunuz. İçerisi sıradışı dekorasyon objeleri, mobilyalar ve aksesuarlarla
dolu. Arkadaşlara hediye için de birebir.
Kişisel
favorim retro duvar askıları ve telefonlar. Diğer şubesi de sokağın karşı
tarafında.
Oyuncak
üzerine uzmanlaşmış bu dükkanda türlü türlü el yapımı tahta oyuncak
bulabilirsiniz.
La
Petite Scierie (60
rue St-Louis en l'Île, 4e)
Ördeğe
dair yenilebilecek her türlü ürünü bulabileceğini bir dükkan.
Album
(8
rue Dante, 5e)
Çizgi
roman, manga ve figür dükkanı. Meraklısı için heyecan verici.
Patisserie
Sadaharu Aoki (56
blvd du Port-Royal, 5e)
Tokyo
doğumlu şefin tasarım çikolata ve şekerlemeleri. Yeşil çaylı çikolata
denenmeli.
Taschen
(2
rue du Buci, 6e)
Sanat,
tasarım, moda, mimari ve benzeri konularda resimli kitaplarıyla meşhur dükkanın
önünde de indirimli ürünler kaldırımda satılıyor.
Pierre
Herme (72
rue Bonaparte, 6e)
Ambalaj
boyutları hayal kırıklığı yaratsa da, tadı damağınızda kalacak çikolatalar,
makaronlar ve kekler mevcut. Diğer şubesi de 185 rue Vaugirard, 15e adresinde.
La
Chocolaterie de Jacques Génin (133 Rue de Turenne, 3e)
Meşhur
bir çikolatacı. Mekanın şıklığı fiyatlar hakkında fikir verecektir. Denemek
için aldığımız fotoğraftaki çikolata 17€ idi. Lezzetli mi derseniz evet öyle.
Les
Succulents Cactus (102
Rue de Turenne, 3e)
Kaktüs
ve sukulentlere meraklıysanız mutlaka uğrayın. İçerde bolca çeşit var.
Eğer
çocuğunuz varsa ya da herhangi bir çocuğa hediye alacaksanız buraya mutlaka
uğrayın. Çocuklar için kıyafet, eşya, oyuncak ve birçok tasarım ürünün
satıldığı dükkanda aynı zamanda bir çocuk kuaförü ve boyama gibi etkinliklerin
düzenlendiği bir atölye var. Fiyatlar yüksek.
Merci
(111
Boulevard Beaumarchais, 3e)
Daha
girişindeki avluya yaklaşırken farklı bir yer olduğunu anlıyorsunuz. İçinde ev
ve mutfak eşyaları, kıyafet, mobilya ve birçok tasarım ürün satılıyor. Buraya
en az 1 saat ayırmak farz.
Fiyatlar
çok cazip değil. Ancak başka yerlerde rastlamayacağınız ürünler bulma şansınız
yüksek. Alt katta arkadaki avluya bakan masalarda yemek yiyebilirsiniz. Önde
ise içinde kitaplık olan bir kafe var. Meyveli soğuk içecekleri tavsiye ederim.
La
Boutique Du Createur De Jeux (40 rue St-Jacques, 6e)
Bu
dükkanda birçoğu Fransa'da tasarlanmış kart ve masa oyunları satılıyor. Çoğu
Fransızca-İngilizce dillerinde.
Au
Plat D'etain (16
rue Guisarde, 6e)
1775'den
beri işleyen bu dükkan meraklıları için koleksiyonluk olabilecek, her
sınıftan (piyade, atlı, bando, vb) askeri figürler satıyor.
Le
Bon Marche (24
rue de Sèvres, 7e)
1852'de
Gustav Eiffel tarafından inşa edilen Paris'in ilk alışveriş merkezinde
özellikle gıda bölümüne uğramakta fayda var. Genel olarak pahalı markalar ve
yüksek fiyatlar var. Kitapçı ve kırtasiye bölümü de kayda değer.
Fromagerie
Alleosse (13
rue Ponce-let, 17e)
Peynir
meraklıları için cennet gibi bir dükkan. Seçim yapmakta zorlanabilirsiniz.
Virgin
Megastore (52-60
av des Champs-Élysées, 8e)
Her
ne kadar İstanbul'da da açılmış olsa da Paris'tekini görmek lazım. Bilmeyenler
için müzik, film, kitap, elektronik ve hobi ürünlerinin satıldığını belirtelim.
Citadium (50-56 Rue de Caumartin, 9e)
Gençler
ve kendini genç hissedenler için, ünlü markaların nadir koleksiyonları ve
alternatif markalar var. Başka şubeleri de mevcut. Saat ve ayakkabı meraklısı
iseniz bakmakta fayda var.
Herhangi
bir semt pazarı
Şehrin
birçok mahallesinde kurulan açık pazarlarda sebze, meyve, süt ürünleri, deniz
mahsülleri ve şarküteri ürünleri bulabilirsiniz. Bazılarında pişmiş halde de
alabileceğiniz tezgahlar var.
Ulaşım
Paris’te
en öncelikli ulaşım aracı metro. Başta da belirttiğim gibi 5 gün geçerli metro
kartı (merkezden dışa doğru Zone 1-3 arasını kapsayan kart alırsanız her yere
gidebilirsiniz, fiyatı 31,15 €) alarak gezi boyunca kullanmıştık. Bağlantı
olmayan bölümlerde de yürüyebilirseniz başka bir araca ihtiyaç duymazsınız.
Alternatifler
Seine Nehri boyunca çalışan tekneler ve bisiklet kiralama olabilir. Taksi ya da
otobüse ihtiyaç olacağını zannetmiyorum.
Tavsiye ve İzlenimler
Paris’le
ilgili beklentiler o kadar yüksek ki, birazcık hayal kırıklığı yaşamayı göze
almanız lazım. Filmlerde, kitaplarda ve dilden dile anlatılan, ismiyle
zihinlerimizde kodlanmış olan romantizmi ve bohemi yakalamak sandığınız kadar
kolay değil. Her yanı her mevsim turist kaynayan bu şehirde, havaya girmek için
biraz ilham, biraz da kuytu yerlere ihtiyaç olabilir.
Kısıtlı
vaktiniz varsa müzeler arasından seçim yapmalısınız. Sanat ve kültürü
kronolojik olarak izlemek için müze sıralaması Louvre, D’orsay, Pompidou şeklinde olmalı. 3 ve daha
fazla müze gezecekseniz Paris Museum
Pass
alarak tasarruf edebilir ve sıra beklemeden giriş yapabilirsiniz.
Paris’in
diğer bir güzelliği olan yeme-içme için ise fiyatların maalesef yüksek olduğunu
belirtmeliyim. Orta karar mekanlarda bile sıkı hesap ödemeye hazır olun.
Hatırımda
kalan diğer birşey ise herkesin ne kadar tarz ve güzel giyindiği, ne kadar
özenli olduğu. Çocuğundan yaşlısına kadar herkes kendi zevkini yansıtmaya
çalışıyor ve giydiklerini kendine yakıştırıyordu. Herhalde sokaktaki bu hava
tüm yaşayanlara sirayet ediyor.
Mümkün
mertebe güzel havaların olduğu zamanları tercih etmek lazım. Böylece hem park
ve bahçelerin, hem de masalarını dışarı atan kafe ve restoranların keyfi
çıkartılabilir.
Son
olarak şunu söyleyebilirim, Paris bir defa ile yetinilmeyecek, türlü vesilelerle
tekrar gelip tadı çıkartılabilecek bir şehir. O yüzden fazla ertelemeden ilk
ziyareti yapın derim.
4 yorum:
Gitmek istediğim çoğu ülkeye gitmişsin ne mutlu, Küba'ya gitmek isterdim ama ambargodan dolayı durup düşünüyorum çünkü önümde Amerika seyehatim var ..Hmfsss
Kübalılar Amerika ile olan husumetin turizmi baltalamaması için pasaporta damga vurmak yerine bir kağıt iliştirerek ona işlem yapıyolar. Dönüşte sökünce kimse Küba'ya gidildiğini anlamıyor ;) Daha gidilmesi gereken o kadar çok yer var ki...
Yarın Paris'e gidiyorum ve yoğunluktan hiç çalışamadım. Bugün araştırmaya başladıktan bir süre sonra blogunu buldum ve gerçekten inanılmaz faydalı oldu. Özellikle bit pazarları ve oyuncakçıların yerini bilmek benim için bulunmaz bir nimet oldu. Çok teşekkürler yazın için :)
Sevgili Alper,
Paris, Ankara'dan sonra en iyi bildiğim şehir olmasına rağmen, yazılarından bu şehirle ilgili farklı ayrıntıları da öğrenmiş oldum. Senin gibi algıda seçiciliği olan, paylaşımcı ve yazılı kültüre önem verip gezilerini, düşüncelerini üşenmeyip yazıya aktaran gençlere çok ihtiyacımız var. Ellerine sağlık...
Gülin ÖĞÜT EKER
Yorum Gönder