Alper bu defa İspanya’dan bildiriyor. Üç büyük şehir Barcelona, Valencia ve Madrid’e ek olarak bir de tatil kasabası Sitges’e gitti. Sizin için gezdi, yedi, içti, fotoğraf çekti, yazdı. Valencia ve Madrid'i ayrı bölümler olarak göreceksiniz. Madrid' bölümünün sonunda da genel tespit ve tavsiyeleri bulacaksınız. On günlük bu gezinin Barcelona ve Sitges detaylarıyla sizi başbaşa bırakıyoruz.
BARCELONA
18.05.10 Salı
Akşam saatlerinde Barselona havaalanında tatilimize başladık. Şehre giden tren Terminal 1 (T1)’den kalktığı için T1-T2 çıkışını takip ettik. Kapıdan çıkar çıkmaz bizi T1’e götürecek otobüs hemen karşımıza çıktı. Ücretsiz olan bu otobüsten indikten sonra T1’e girip hemen yukarı çıkan merdivenlerdeki tren sembollerini takip ederek istasyona geldik. Bilet satan görevli Barcelona-Sants (4. Durak) durağında inip metroya geçmemizi söyledi.
Metro için tek, 10’lu, günlük gibi seçenekler mevcut. Tek bilet 1.4€, 10’lu ise 7.5€ idi. 20€ ve altı miktarları kabul eden makinadan adam başı bir 10’luk bilet aldık (yani bu noktaya bozuk para ile gelmenizde fayda var). Elimizde Barselona metro hattının haritası vardı, size de ya internetten ya da bir gezi kitabı ile hem şehrin hem de metronunkini edinmenizi tavsiye ediyorum. Metroyu kullanarak Ciutadella Parkı civarındaki otelimize yerleştik. Hali hazırda akşam olduğu için kendimizi hemen birşeyler yiyip içmek için dışarı attık. Bunun için en uygun semtlerden biri olan parkın batısındaki “El Born” semtine doğru kısa ama keyifli bir yürüyüş yaptık.
Daha önceden araştırmış olduğumuz El Xampanyet (Carrer de Montcada, 22, El Born) adlı tapas barda kısa bir bekleyişten sonra yer bulduk. Geleneksel aile işletmesi olan mekanda büyükbaba, oğul ve kızları bizzat çalışıyorlar. Haftaiçi olmasına rağmen kalabalık olan mekanı çok beğendiğimiz için daha sonra cuma günü tekrar geldiğimizde asıl kalabalıkla karşılaştık. Ancak bu kalabalık içerideki samimi havayla birleşince sizi bunaltan değil, bilakis neşelendiren bir hal alıyor. Mekan Salı-Cumartesi 12:00-16:00, 19:00-23:30 arası açık. Tavsiyem özel sosla hazırlanan hamsi, peynirli biber, enginar kalbi ve tabi ki buz gibi cavayı tatmanız. 8 çeşit tapa ve 1 lt cavaya 42€ ödedik.
19.05.10 Çarşamba
Asıl geziye bugün başladık. Gezimiz yine akşamki Carrer de Montcada’dan sürüyor. Ancak Türkler kahvaltısız yapamaz. Şunu söylemeliyim ki, Barselona’da bizim kahvaltı edebileceğimiz pek yer yok. İstisnai olarak bu sokak ile C. De la Princesa’nın kesiştiği köşede Brunells bulunuyor. Eski bir pastane havasındaki mekanda çay eşliğinde sandviç (bocadillos) ve kek yiyebilirsiniz. 4 sandviç ve 2 çaya 8.6€ ödedik, ki daha sonra bu kadar ucuza doyamadık.
Gezimize aynı sokağın az ilerisindeki Picasso Müzesi ile başladık. Kişi başı ücret 9€ ve yaklaşık 1.5 saat zaman aldı. Picasso’nun çocukluktan ölene dek yaptığı eserlerin sergilendiği bu müzede, bilgi panoları yeterliydi, sesli rehber alınmayabilir. Ancak birçok eser farklı koleksiyonlarla dünyayı dolaştığı için tüm eserleri aynı anda göremeyebilirsiniz.
Picasso Müzesi’nden çıktıktan sonra sola dönerek sahil yönünde devam ederseniz karşınıza Santa Maria del Mar kilisesi çıkacak. Kilisenin vitrayları dikkat çekici. Arka kapıdan girip dolaştıktan sonra ön kapıdan (Santa Maria Meydanı tarafı) çıkıp sola döner ve C. De Canvis Vells’i takip ederseniz Plaça de Palau’ya gelirsiniz. Bu meydanda 2 numarada tabelası olmayan bir restoran var; Passadis del Pep. Bir blogda ısrarla tavsiye edilen bu mekanda 8 çeşit başlangıç, ana yemek ve tatlıdan oluşan sabit bir menü sunuluyor. Ancak sadece su ve başlangıçları almamıza rağmen 2 kişi 125€ gibi şaşırtıcı bir hesap ödedik. Her nevi kabuklu ve çetrefilli deniz hayvanıyla boğuşmamız da cabası! Blogunda tavsiye eden kişiyi de tatilin ilerleyen günlerinde bol bol andık. Şaka bir yana yediklerimiz lezzetli olsa bile hesap fazla idi. Siz de gurmelik peşinde koşarken benzer durumlara düşmek istemiyorsanız, menüsü ve tabelası olmayan mekanlara girerken iki kere düşünün.
Buradan çıktıktan sonra kendimizi sahile vurduk. Meydanın deniz tarafına geçtikten sonra, sağdaki büyük binaların arasındaki sokak C.de la Rena’da, aynı bizim Sirkeci’deki gibi saatçiler var. Dijital saat merakımız olduğu için dükkanlara geçerken baktık. Özellikle değişik Casio’lar ilgi çekebilir. Fiyatlar bizdekine yakın. Sahile geldikten sonra Passeig Joan de Borbo’dan devam edip soldaki sokaklardan birine girerseniz, samimi bir semt havası olan La Barceloneta’yı gezebilirsiniz. Son sabah otelden buraya bir yürüyüş yaptık. Biz gezdiğimiz sırada sokak festivali vardı ve her sokaktan kıvrak ritimleriyle vurmalı çalgılı ayrı bir müzik grubu çıkıyordu. İspanyollar gerçekten eğlenmeyi bilen insanlar.
La Barceloneta’yı solunuza alıp sahil Passeig Joan de Borbo’dan devam ederseniz ilerde alışveriş merkezinin yanında Montjuic’e bağlanan teleferiklere binebilir, sahil ve La Rambla’yı kuşbakışı seyredebilirsiniz. Biz Montjuic’e daha sonra gideceğimiz için bu rotayı izlemedik.
Başka bir alternatif ise La Barceloneta’yı arkanıza alıp marinanın karşısındaki küçük yarımadaya (Port Vell) doğru yürümek. Burada Imax sineması, akvaryum ve Maremagnum alışveriş merkezi var. Akvaryumla ilgili tavsiyem Valencia’ya gidecekseniz buna gitmemeniz. Zira Valencia’daki daha büyük ve etkileyici. Bu yarımadanın ucundaki köprüden anakaraya geçerseniz Kolomb Anıtı’nın önüne gelebilirsiniz.
Plaça Portal de la Pau’daki anıtta Kolomb parmağıyla Amerika kıtasını işaret ediyor. Bu meydandan sırtınızı denize dönerek kuzeye doğru izleyeceğiniz cadde ise, Barselona’nın en hareketli ve bir o kadar da turistik caddesi olan La Rambla. 18. Yüzyılda kurutulan bir nehir yatağı üzerine kurulan cadde, sıra sıra ağaçlar ve iki yanında eski saraylarla dolu. Yürüyüş boyunca çok sayıda sokak sanatçısı göreceksiniz. La Rambla’yı takip ederken solda Carrer Nou de la Rambla’ya girerseniz solda Palau Güell’i görebilirsiniz. Kont Güell’in Gaudi’ye ilk siparişi olan bu saray, maalesef 2011’e kadar devam edecek yenileme çalışmalarından dolayı kapalıydı. Yine de dış cephesini görmeye değer.
Tekrar caddeye çıkıp kuzeye devam ederseniz Plaça de Catalunya’ya varırsınız. Biz bu noktada kendimizi alışverişe vermek üzere caddenin sağından C.de la Portaferrissa-C.de Cucurulla-Portal del Angel- Plaça da Catalunya rotasını takip ettik. Bu rotada çok sayıda markanın mağazasını görebilirsiniz. C. De Portaferrissa ve C.de Cucurulla’nın kesiştiği minik meydandaki ilginç ürünler satan mağazayı gezin derim. Almasanız da eğlenceli.
20.05.10 Perşembe
Bugünki yolculuğumuza sarı ve yeşil metro hatları üzerindeki Passeig de Gracia durağından başlıyoruz. Gran Via tarafından çıktıktan sonra Passeig de Gracia boyunca kuzeye yürüyün. Caddenin C.de Arago’yu kestiği yere yaklaşırken solda Casa Lleo Morera, Casa Amatller ve Casa Batllo’dan oluşan uyumsuz bina adasını görebilirsiniz. Bunlar sırasıyla Domenech i Montaner, Gaudi ve Josep Puig i Cadafalch tarafından yapılmış, Katalan Modernizm akımının örnekleridir. Batllo ve Amatller gezilebilir. Ancak biz biraz daha kuzeydeki Gaudi’nin başyapıtı Casa Mila’yı gezmeyi tercih ettik. La Padrera (Katalanca taş ocağı) olarak da bilinen bu bina, dalgalar halinde kıvrılan ön cephesi, her köşesinde doğadan etkilenmiş ayrıntıları ile döneminin tüm mimari şartlanmalarını yıkmıştır. Mutlaka gezilmeli. Giriş 10€/kişi. Yaklaşık bir saat ayrılabilir.
Casa Mila’dan çıktıktan sonra yakındaki Diagonal durağından metroya atlayıp soluğu Sagrada Familia’da aldık. Gaudi’nin 40 yılını adadığı bu neo-gotik katedral hala tamamlanamamış. Gaudi öldükten sonra da buraya gömülmüş. Katedrale giriş 12€, 2€ daha verirseniz Park Güell içindeki Gaudi Evi’ne de kombine bilet alabilirsiniz. Ancak katedralde inşaat devam ettiği için görülecek çok fazla şey yok. Tavsiyem 2.5€ daha vererek asansörlü kuleye çıkmanız, manzarayı görmeniz ve dar merdivenlerden yürüyerek inerek değişik bir tecrübe yaşamanız. Bu gezi sonrası açlığınızı en hızlı giderme yolu katedralin arkasındaki Mc Donald’s. Menüler 6-7€ civarında.
Sagrada Familia’daki geziyi tamamladıktan sonra rotayı yine Gaudi’nin başka bir yarım kalan eseri Park Güell’e çevirdik. Yeşil metro hattındaki Vallcarca durağında metrodan çıktıktan sonra Av. De Vallcarca’dan güneye yürüyün. Az ilerde solunuzda Baixada de la Gloria sokağı girişinde Park Güell tabelasını ve yürüyen merdivenleri göreceksiniz. Biz bu merdivenlere çok şükrettik. Zira olmasalardı bacaklarımız iflas edebilirdi. Merdivenler sizi parkın yukarısındaki pek de bilinmeyen kapıya götürüyor. Giriş ücretsiz. Tavsiyem parka bu kapıdan giriş yapmanız, parkın geri kalanı aşağıda olduğu için bu sayede daha az enerji sarf ederek gezebilirsiniz. Kapıdan girdikten sonra soldan yukarı giden patikaya dönün, hemen yakında minik bir tepecik ve taş bir kule göreceksiniz. Sanırım parkın en yüksek noktası burası. Manzarı gerçekten çok güzel. Buradan sonra aynı patikayı takip ederek merkezin etrafını dolaşabilir, daha sonra sağdan merdiven/patika ile Gaudi Evi’ne varabilirsiniz. Burada Gaudi’nin eşyaları ve bazı eskizleri mevcut. Kısa bir gezinin ardından aşağıda kalan Gran Plaça Circular meydanını görün.
Yorulan bünyeyi meydanın sol alt tarafında kalan çimlere yaymayı şiddetle tavsiye ederim. Buna bir de meydandaki büfeden alınan bira ve sangria eşlik ederse tadından yenmez(Bira + sangria = 8.6€). Bu keyfin ardından meydanın altındaki Yüz Sütun Odası, merdivenlerdeki meşhur kertenkele ve giriş kapısının iki yanındaki mozaiklerle bezenmiş pavyonları görün.
Parkı terkettikten sonra aşağıya inen C. de Larrard’ı takip ettik. Bu sokağa dik ana caddeyi geçip, C. de les Flors ile aşağıya devam ederek Pl. Rovira i Trias’a geldik. Buradan C. de les Tres Senyores – C.del Robi yoluyla Pl. De la Virreina’ya vardık. Etrafında kafeler ve dükkanlar olan kalabalık meydan güzeldi. Akşam şehrin bu taraflarında takılmaya karar verdiğimiz için, benzer meydanları da görerek karar verelim dedik. En son buranın güney batısındaki Pl. Del Sol’e vardık. Burası Asmalımescit’in keşfedilmemiş zamanlarını andırıyordu ve gençler çoğunlukta olduğu için hoşumuza gitti. Size de bunu ya da bir önceki meydanı tavsiye ederim. Çok fazla yemek alternatifi bulamadık, ancak no:20’deki La Piadina’da pide benzeri seçenekleri beğendik. Fiyatları da oldukça uygundu(4€/adet). Sonraki faaliyet ise yorucu günün ardından kafelerin meydana kurulmuş masalarında sohbet eden ve içen kalabalığa karışmak olabilir. 16 numaradaki Cafe del Sol’ü tavsiye ederim. Bira 2.5€ idi. Bugünlük geziyi burada noktaladık.
Yorulan bünyeyi meydanın sol alt tarafında kalan çimlere yaymayı şiddetle tavsiye ederim. Buna bir de meydandaki büfeden alınan bira ve sangria eşlik ederse tadından yenmez(Bira + sangria = 8.6€). Bu keyfin ardından meydanın altındaki Yüz Sütun Odası, merdivenlerdeki meşhur kertenkele ve giriş kapısının iki yanındaki mozaiklerle bezenmiş pavyonları görün.
Parkı terkettikten sonra aşağıya inen C. de Larrard’ı takip ettik. Bu sokağa dik ana caddeyi geçip, C. de les Flors ile aşağıya devam ederek Pl. Rovira i Trias’a geldik. Buradan C. de les Tres Senyores – C.del Robi yoluyla Pl. De la Virreina’ya vardık. Etrafında kafeler ve dükkanlar olan kalabalık meydan güzeldi. Akşam şehrin bu taraflarında takılmaya karar verdiğimiz için, benzer meydanları da görerek karar verelim dedik. En son buranın güney batısındaki Pl. Del Sol’e vardık. Burası Asmalımescit’in keşfedilmemiş zamanlarını andırıyordu ve gençler çoğunlukta olduğu için hoşumuza gitti. Size de bunu ya da bir önceki meydanı tavsiye ederim. Çok fazla yemek alternatifi bulamadık, ancak no:20’deki La Piadina’da pide benzeri seçenekleri beğendik. Fiyatları da oldukça uygundu(4€/adet). Sonraki faaliyet ise yorucu günün ardından kafelerin meydana kurulmuş masalarında sohbet eden ve içen kalabalığa karışmak olabilir. 16 numaradaki Cafe del Sol’ü tavsiye ederim. Bira 2.5€ idi. Bugünlük geziyi burada noktaladık.
21.05.10 Cuma
Geziye yeşil/mor hat üzerindeki Parallel metro durağından Parc de Montjuic’e çıkan finiküler hat ile başlıyoruz. Ardından sahilden başlayan teleferik hattının bir istasyonunun olduğu yere geliyorsunuz. Aynı zamanda bu noktadan tüm parkı turlayan mavi/kırmızı gezi otobüslerine binilebiliyor. Biz gittiğimizde otobüsler hizmet vermiyordu, teleferiğe binme konusunda da anlaşamayınca yukarı yürümeye karar verdik. Anayolu dikine kesen merdivenleri kullanarak 15 dakikalık yürüyüş ile kaleye ulaştık. 18. Yüzyıldan kalma bu kaleden kentin, özellikle liman bölgesinin manzarası görülebilir. Giriş ücretsiz. Kalenin yanında birşeyler atıştırmak için küçük bir yer ve içerde de bir kafe mevcut.
Kaleyi terkettikten sonra tabelaları takip ederek Joan Miro Müzesi’nin önünden geçip, Olimpiyat Parkı’na sapmadan MNAC’a geldik. Müze gezecek enerjimiz bulunmadığından sadece önünde birşeyler içerek soluklanmakla yetindik. Ancak hemen önündeki Font Magica, onun ilerisinde aşağıda uzanan Av. de la Reina Maria Cristina, sonundaki kuleler ve Pl. D’Espanya manzarası ve yerel sanatçıların verdiği mini konserler için mutlaka bu merdivenlerde oturun derim. Ardından manzarada betimlediğim yol boyunca yürüyerek Pl. D’Espanya’ya ulaştık. Yolun sonundaki iki kule Venedik San Marco meydanındaki kulenin kopyaları. Meydana doğru inerken geride kalan manzaranın da yukarıdaki kadar güzel olduğunu göreceksiniz. Buradan rotayı bir kitapta okuduğumuz bir pazarı Encants Vells’e çeviriyoruz. Kırmızı metro hattıyla Glories durağına ulaştık. Av. Diagonal’e doğru biraz yürüdüğünüzde pazar karşınıza çıkıyor. Hırdavattan plağa, oyuncaktan kıyafete birçok ürünün satıldığı pazar bizi tatmin etmedi. Yine de gitmek isterseniz Pazartesi, Çarşamba, Cuma, Cumartesi günleri açık. Burada yaşadığımız hafif hayal kırıklığının ardından akşam dışarı çıkmak üzere otele dönmeyi tercih ettik. Akşam ise ilk akşam bahsettiğim El Xampanyet’te Barselona’ya veda gecemizi yaptık.
SITGES
22.05.10 Cumartesi
Gezimize sahil boyunca yürüyerek başlıyoruz. Sahile paralel cadde ve eski binalar çok güzel. Sahilin sonunda yer alan kiliseye merdivenler eşliğinde çıkılıyor. Yukarıdan sahil ve deniz manzarası görülüyor. Ardından kilisenin arkasından yukarı çıkın ve soldaki caddeye girin. Sitges’deki en canlı cadde burası. İlerledikçe daha da canlandığını göreceksiniz. Fazla düşünmeden kısa yoldan karnımızı doyurmak için girdiğimiz Burger King’de bira satıldığını öğrendik. Kanımca Whopper-bira, kokoreç-biraya rakip olabilir.
Gezinin devamını ertesi sabah yola çıkışımızla başlayan Valencia bölümünden takip edebilirsiniz. İyi seyirler...
Akvaryum : Valencia’ya gitmeyeceksiniz gezin.
Katedral : Tarihi 9. yüzyıla kadar gidiyor. Pazar sabahları avluda katalan halk dansı Sardana sergileniyor.
Camp Nou : Futbolla ilgiliyseniz stadı ve içindeki müzeyi gezebilirsiniz.
Avinguda del Tibidabo : Buradaki istasyondan eski tramvay ile modernista yapıların olduğu yol boyunca yukarı çıkın. En sonunda kentin ve koyun muhteşem manzarası ve Tibidabo eğlence parkı var. Daha sonra gidenler çok övdü. Park Güell’den yukarıya bakınca buradaki kilise görülüyor.
Park de la Ciutadella : Bu parka anıtsal bir çağlayan, heykeller, sandal kiralayarak gezilecek yapay bir göl var.
Museus i Zoo : Aynı parka bitişik hayvanat bahçesi.
Girona : Genelde turlarda bulunan eski kent. Yahudi mahallesi ve gotik katedral. Şehre 1.15 saat mesafede.
Figueres : Yine turlarda bulunan Dali’nin doğduğu kasaba. Aynı zamanda müzesi mevcut. Şehre 2 saat mesafede.
Bisikletle şehir turu yapın.
Ağustos ayında gelmeyin. Hem çok sıcak, hem de herkes tatile gittiği için şehir bomboş.
TAVSİYE VE İZLENİMLER
Vaktiniz olursa gidilebilecek diğer mekanlar ve yapmanızı tavsiye ettiklerim ise şunlar ;
Akvaryum : Valencia’ya gitmeyeceksiniz gezin.
Katedral : Tarihi 9. yüzyıla kadar gidiyor. Pazar sabahları avluda katalan halk dansı Sardana sergileniyor.
Camp Nou : Futbolla ilgiliyseniz stadı ve içindeki müzeyi gezebilirsiniz.
Avinguda del Tibidabo : Buradaki istasyondan eski tramvay ile modernista yapıların olduğu yol boyunca yukarı çıkın. En sonunda kentin ve koyun muhteşem manzarası ve Tibidabo eğlence parkı var. Daha sonra gidenler çok övdü. Park Güell’den yukarıya bakınca buradaki kilise görülüyor.
Park de la Ciutadella : Bu parka anıtsal bir çağlayan, heykeller, sandal kiralayarak gezilecek yapay bir göl var.
Museus i Zoo : Aynı parka bitişik hayvanat bahçesi.
Girona : Genelde turlarda bulunan eski kent. Yahudi mahallesi ve gotik katedral. Şehre 1.15 saat mesafede.
Figueres : Yine turlarda bulunan Dali’nin doğduğu kasaba. Aynı zamanda müzesi mevcut. Şehre 2 saat mesafede.
Bisikletle şehir turu yapın.
Ağustos ayında gelmeyin. Hem çok sıcak, hem de herkes tatile gittiği için şehir bomboş.
Barcelona ile ilgili ilk izlenimlerimiz çok güzeldi. Şehir gerçekten düzenli, temiz ve capcanlı. İnsanlar da hayat dolu ve keyifli. Hayat büyük bir Avrupa şehrinde klasik olarak pahalı. Ulaşım metro ve kısa yürüyüşler sayesinde oldukça kolay. Başka bir araca binmeye ihtiyaç olmadı. Güvenlik ise çok iyi. Gece geç saatlerde bile ıssız ara sokaklarda rahatça yürüyebilirsiniz. Fakat tüm bu güzel izlenimlerin ardından İspanya’nın diğer şehirlerini görünce sonradan buradaki turist kalabalığının rahatsızlığını farkettik. Siz de daha samimi bir şehir havası istiyorsanız ve turistlerden rahatsızsanız sakin sezonda gidin. Gerçi sakin sezonda İspanyollar bile şehri terk ediyor. Yine de bu bizim hissettiğimiz kişisel bir detaydı.
Sonuç olarak Barcelona, her mevsim (Ağustos hariç) gezilebilecek, hem tarihi hem de doğal yapısıyla seveceğiniz bir şehir. Türkiye’den çok talep gördüğü için de çok fazla bir bütçe ayırmadan ulaşabilirsiniz. En uygun fiyatlar Aralık başında İspanyollar’ın tatiline denk gelen haftada karşılık turlar sayesinde oluyor.
Sitges ise Valencia’ya giderken ya da Barcelona’da uzun süre bulunduğunuzda gidin diyebileceğim yazlık bir yer. Son derece nehiz ve şirin bir kasaba. En iyisi deniz sezonunda gitmek. Sitges’deki asıl iki şey deniz ve gece hayatı.